28 Haziran 2015 Pazar

İŞKENCENİN BÖYLESİ






Hüseyin Bayram’ın 17 yaşında Ülkücülük suçundan girdiği Antalya Kapalı Cezaevi’nde komünist mahkûmların isyanı sırasında, önce şiş ve bıçak darbeleri ile ağır yaralandı.Sonra da başına tüplerle vurularak ezilmek suretiyle şehit edildi. Bayram’ın cenazesini polisler tarafından gizlice bir çukura gömülmek üzereyken ülküdaşlarının yetişerek müdahale etmesi üzerine, cenaze namazının kılıp Antalya’nın Kütükçü Mezarlığı’na defnedildi.

27 Haziran 2015 Cumartesi

25 Haziran 2015 Perşembe

ÖLÜM ŞARKISI

Çıkma benim bahtı karam gece yarısı
Yağar yağmur rüzgar söyler ölüm şarkısı
Sevda közünü kül korur
Sağ yanımı dar ağacında 
Bir yanıma ferman vurur
Hilal yıldızlar kucağında
Lanet olsun lanet olsun kara ellere
Sırtımıza coplar indi hergün kaç kere
Şu sevdamı Rabbim bilir
Sağ yanımı hal nazarında
Asın beni kim ne bilir
Çamlıbel'in mal pazarında


BOZKURTLAR'IN YÜRÜYÜŞ MARŞI

Dikin Göktuğları Turan üstüne
Yürüyün Bozkurtlar düşman üstüne.
Şimşek gibi çakın, yel gibi esin
Savaş türkünüzü Kürşad dinlesin 
Ayak sesinizden yer-gök inlesin.
Doğsun Hilal'iniz vatan üstüne
Yürüyün Bozkurtlar düşman üstüne.
İleri, ileri bir an durmayın
Vurun Bozkurtlarım ama vermeyin
Kızıl köpeklere zaman vermeyin.
Tufanlar yağdırın tufan üstüne
Yürüyün Bozkurtlar düşman üstüne.


24 Haziran 2015 Çarşamba

Senin Adın Türk...


Sen Bendini Yıkan Asi Su,
Sen Engel Tanımayan Rüzgar,
Sen Ergenekon Dağından Doğan Güneş,
Sen Allah'ın İman Ve Bilek Gücü İle Donattığı Şanslı Kul,
Senin Adın Türk...

İKİ KARDEŞ



İKİ KARDEŞ

Samsunlu Ülkücü Şehit Hasan Güven’in 18 yaşındayken, alışveriş bahanesiyle bakkal dükkânlarına gelen komünist militanlar tarafından kurşunlanarak şehit edildi. 24 Mart 1980’de şehitlik makamına ulaşan Güven’in, 11 gün önce de kardeşinin de şehit düştü.

23 Haziran 2015 Salı

CESEDİ ÇÜRÜMEMİŞTİ




CESEDİ ÇÜRÜMEMİŞTİ

Balıkesir’in Havran kazasından olan ülkücü şehit Hasan Tezer’in, askerliğini yeni bitirdiğini ve CHP Gençlik Kolları başkanı ile iki arkadaşı tarafından dövüldükten sonra kurşunlanarak şehit edildi. Şehadetinden altı ay sonra mahkeme kararıyla mezarı açıldığında, cenazesinin hiç bozulmamıştı.

ARKADAN VURDULAR



ARKADAN VURDULAR
Artvin’in Şavşat ilçesinden olan şehit Fuat Meydan’ın, bir kahvehanede televizyon seyrederken, sonradan gelip içeri giren ve arkasındaki bir sandalyeye oturan komünist bir militan tarafından kafasına ateş edilmek suretiyle şehit edildi.

12 EYLÜL ADALETİ




12 EYLÜL ADALETİ (!)

Eşitlik olsun diye, 12 Eylül idaresinin, Selçuk Duracık, Halil Esendağ, Cengiz Baktemur, İsmet Şahin, Mustafa Pehlivanoğlu, Fikri Arıkan, Cevdet Karakaş, Ali Bülent Orkan, Ahmet Kerse olmak üzere 9 Ülkücüyü asarak şehid edildi.

17 YAŞINDAYDI





17 YAŞINDAYDI
Alican Karaosmanoğlu’nun, 18 Haziran 1977 yılında Mimar Kemal Lisesi öğrencisiyken şehitlik mertebesine ulaştı. Yaşı henüz 17 yaşındaydı.

AİLECE KATLEDİLDİ




AİLECE KATLEDİLDİ
Ali Rıza Altınok’un, 25 Haziran 1980’de İstanbul Gaziosmanpaşa’da MHP ilçe başkanlığı görevini yürütürken, Rami’deki evine silahlı bir baskın düzenleyen komünist militanlar tarafından kızı ve karısı ile birlikte vurularak şehit edildi.

ANNESİNİN KUCAĞINDA




ANNESİNİN KUCAĞINDA…
Ali Osman Devecioğlu isimli ülkücü şehitimizin, yaşlı annesini emekli maaşını almaya götürürken, Çeliktepe’de komünist militanların silahlı saldırısına uğradı.  Kafasına isabet eden tek kurşunla olay yerinde annesinin kolları arasında, şehit oldu. Oğluna siper olmaya çalışan annesi de ağır bir şekilde yaralandı.

KAMYON DOLUSU KOMÜNİST




KAMYON DOLUSU KOMÜNİST
Ali Tezdoğan’ın, Eyüp MHP İlçe teşkilatının kurucularından olup yönetim kurulu üyesiyken, partiyi basmaya gelen bir kamyonet dolusu komünist militan tarafından kurşun yağmuruna tutularak, kendisine ait camcı dükkânında şehit edildi. Cenazesi, Eyüp Mezarlığı’nda toprağa verildi.

İŞKENCEYLE ŞEHİT OLDU



İŞKENCEYLE ŞEHİT OLDU
6 Ağustos 1979 da şehitlik mertebesine ulaşan Ali Çetin’in, vatani görevini asteğmen olarak yaptığı sırada, Kayseri’de bulunan ailesini ziyarete gittiğinde şehit oldu. Evli ve iki çocuk babası olan Çetin’in, komünist militanlar tarafından önce dişleri söküldü, sonra üzerine asit dökülerek bıçaklandı ve sonra yakılarak öldürüldü.

8 ÇOCUKLU ŞEHİT




8 ÇOCUKLU ŞEHİT
Adana’nın Ceyhan ilçesine bağlı Sarkeçili köyünden olan ülkücü şehit Ali Görkem’in, 37 yaşında ve sekiz çocuk babası idi. Daha sonra olay yerine gelen polislerin, Görkem’in üzerinde ülkücü bir şairin şiirini bulunca ‘bir faşist daha temizlenmiş’ diyerek cesedini tekmelemişlerdi.

O GÜN OĞLU OLMUŞTU



O GÜN OĞLU OLMUŞTU

Uşak’ta dokuma işçiliği olarak çalışan Alaattin Gündüz’ün, doğum yapmak üzere olan eşinin yanına giderken, 27 kurşunla şehit edildi. Gündüz’ün vefat ettiği gün bir oğlunun dünyaya geldiğini ve doğan bebeğe Alaattin ismi verilmişti.

SAĞIR VE DİLSİZDİ




SAĞIR VE DİLSİZDİ

Ülkücü şehitlerden Ahmet Sarpkaya’nın Kurban Bayramı’nın son günü mahallelerine baskına gelen komünist militanları önceden fark edip, durumdan arkadaşlarını haberdar etmek için evleri dolaşırken açılan ateş neticesinde ölmüştür. 18 yaşındaki Sarpkaya sağır ve dilsizdi.

ÖNKUZU HEY , ÖZKUZU



ÖNKUZU HEY, ÖNKUZU

23 Kasım 1970 yılında ülkücü şehid Ertuğrul Dursun ÖNKUZU’nun komünist militanlar tarafından ağır işkencelere sonucu şehit düştüşmüştür.  Önkuzu’nun kırılmadık kemiği, patlamadık yeri kalmadığını ve ağzından ciğerlerine bisiklet pompasıyla hava verilerek ciğerleri de patlatılarak sonra okulun 3. katının penceresinden aşağıya atıldı.

36 SAATTİR YEMEMİŞTİ


36 SAATTİR YEMEMİŞTİ
8 Haziran 1970 tarihinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bahçesi’nde şehit edilen Yusuf İmamoğlu’nun yapılan otopsi sonucu 36 saattir yemek yememişti. Şehit edilmeden önce okulun arka bahçesinde bulunan ağaçların altında son namazını kılan İmamoğlu’nun, cebinden sadece 35 kuruş çıkmıştır.

6 ÖĞRETMEN AYNI ANDA



6 ÖĞRETMEN AYNI ANDA

18 Eylül 1979 tarihinde, Adana’da 6 ülkücü öğretmenin, arkalarından ateş açılmak suretiyle şehid edildi. Ahmet Güleç, Davut Korkmaz, Müslüm Teke, Yılmaz Kızılay, Mustafa Karaca ve Özcan Doruk isimli öğretmenleri hunharca katleden komünist militanlardan çoğu yakalanmadı.

KOMÜNİST KATLİAMI



KOMÜNİST KATLİAMI

17 Mart 1978 tarihinde Ömer Bayraklar, Salih Uluğ, Bahri Bilgin, Cevat Koca, Sinan Koca isimli 5 ülkücü işçinin aynı anda, Dev-Yol militanları tarafından hunharca katledilmiştir. Ümraniye de oturan bu ülkücülerin hepsinin de Giresunlu olduklarını, Sinan ile Cevat’ın kardeş olduğunu... Sinan Koca’nın henüz 10 günlük bebeği vardı.

MUSTAFA PEHLİVANOĞLU ( 8 EKİM 1980 )


Mustafa Pehlivanoğlu, 12 Eylül darbesinden sonra idam edilen ilk ülkücüdür.

Balgat'ta 10 Ağustos 1978 gecesi mahalledeki 5 kahvehane kimliği belirsiz kişilerce tabancalarla tarandı, 5 kişi yaşamını yitirdi. Tarihe 'Balgat katliamı' olarak geçen bu olayda, sol görüşlülere ait üç kahvehanede 3, ülkücülere ait iki kahvehanede de 2 kişi yaşamını yitirdi. Olaydan sonra operasyona başlayan polis, 3 kilometre uzakta, ülkücülerin yoğun olarak oturduğu Karapınar Mahallesi'ne baskın düzenledi ve bir grup genci gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar arasında 22 yaşındaki Mustafa Pehlivanoğlu da vardı.

12 Eylül 1980 askerî darbesinden önce yapılan yargılama sonunda idam cezasına çarptırılmıştı. 2 yıl kadar hapis yatan Mustafa Pehlivanoğlu ile aynı davadan yargılanan İsa Armağan, yatmakta oldukları ve çok sıkı korunan Mamak Askerî Cezaevi'nden kaçtılar. Planları yurtdışına kaçmaktı. Ancak aynı günlerde 12 Eylül darbesi yapıldı, sıkıyönetim ilan edildi. Mustafa Pehlivanoğlu ile İsa armağan, 18 Ağustos 1980'de Kütahya'da saklandıkları bağ evinde yakalanarak tekrar cezaevine kondular. 7 Ekim 1980 tarihinde idamı onaylanan Mustafa Pehlivanoğlu, 7 Ekim'i 8 Ekim'e bağlayan gece yarısından sonra, solcu militan Necdet Adalı'dan birkaç saat sonra, Mamak Cezaevi'nde asıldı. Pehlivanoğlu, Ankara Karşıyaka Mezarlığı'na gömüldü.

Mustafa Pehlivanoğlu mahkeme süresi boyunca polis ifadesinin işkence zoruyla alındığını ve kendisinin masum olduğunu iddia etti.

İdam kararını veren Sıkıyönetim Mahkemesi Hâkimi Ali Fahir Kayacan daha sonra anlattığı anılarında, Mustafa Pehlivanoğlu'nun asılan solcu Necdet Adalı'ya denge olsun diye idam edildiğini belirtti.

Ailesi idamı ancak infazdan 3 gün sonra çocuklarını ziyarete geldiklerinde öğrenebildi.

İşte Mustafa Pehlivanoğlu'nun idamından önce anasına ve babasına yazdığı mektup:

''Sevgili anneciğim ve babacığım, sizler beni bu yasa kadar büyüttünüz ve yetiştirdiniz. Benim sizlere karşı islemiş olduğum hataları ve suçlarımı affedin. Hakkınızı helal edin. Ben sizlerin bir evladınız olarak, bugüne kadar Cenab-ı Hakk'ın ve Onun Resulünün, Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmadım. Alın yazımız böyle yazılmış. Kader ne ise onu çekeceğiz. Ben de kardeşim Haydar gibi bir an önce Allah'ın huzuruna çıkacağım. Eğer benim günahım varsa Cenab-ı Allah'ın huzurunda çekmeye hazırım. Yok, bir yanlışlık sonucu ölümüme karar verenler, idam edenler Allah'tan bulsunlar. Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa'lar ölür, Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır. Zafer her zaman Allah'a inananlarındır.

Bunun için hiç üzülmeyin. Cenazemin arkasından ağlamayın, günahtır. Sizden ricam ağlamayın. Anne, sizlerle helalleşmek isterdim, fakat olmadı. Hakkım varsa, hepinize helal olsun, siz de helal edin.

Son olarak, abime, yengeme, yiğenime, bacıma selam eder, haklarını helal etmelerini dilerim. Nişanlıma da selam eder, Cenab-ı Allah'ın mutlu bir yuva kurması için ona yardımcı olmasını dilerim.

Oğlunuz Mustafa''

MUHSİN YAZICIOĞLU ( 25 MART 2009 )


Muhsin Yazıcıoğlu; 1954 yılında Sivas'ın Sarkışla ilçesi Elmalı Köyü'nde bir çiftçi ailesinin oğlu olarak doğdu. İlk ve orta öğrenimini Şarkışla'da yaptı. Yüksek öğrenimini yapmak üzere 1972'de Ankara'ya geldi. Üniversite tahsilini, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi'nde tamamladı. 1968'de cemiyet (dernek) çalışmalarına başladı. Şarkışla'da Genç Ülkücüler Hareketi'ne katildi. Ankara'ya geldikten sonra ise, Ülkü Ocakları Genel Merkezi'nde görev yapmaya başladı. Sırasıyla; Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcılığı ve Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yaptı.
1978'de faaliyete geçen Ülkücü Gençlik Derneği'nin kurucu Genel Başkanı oldu. 1980 yılına kadar MHP'de Genel Başkan Müşavirliği görevinde bulundu.
    12 Eylül 1980'de yapılan askeri darbenin ardından, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası sanığı olarak cezaevine konuldu. 5,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yıl Mamak Cezaevi'nde kalan Muhsin YAZICIOĞLU, 7,5 yıl cezaevinde kaldığı bu davadan herhangi bir ceza almadı. Cezaevinden çıktıktan sonra, mağdur olmuş ülkücülere ve onların ailelerine yardim amacıyla kurulan Sosyal Güvenlik ve Eğitim Vakfı'nın başkanlığını yaptı. 1987'de arkadaşları ile birlikte MÇP'de siyasete girdi. MÇP'de Genel Sekreter Yardımcılığı görevinde bulundu.
1991 genel seçimlerinde üç partinin oluşturduğu ittifak bünyesinde, milletvekili adayı oldu. “O, inançlarınızı Meclis'e taşıyacak” sloganıyla, Sivas'tan milletvekili seçildi. 1992 yılı Temmuz ayında, “içinde bulunduğu partinin siyasi anlayışıyla uyuşamadığı için” bir grup arkadaşı ile birlikte MÇP'den ayrıldı. 29 Ocak 1993 tarihinde Büyük Birlik Partisi kuruldu ve bu partinin Genel Başkanlığına seçildi. 24 Aralık 1995'te yapılan erken genel seçimlerde ANAP-BBP ittifakından 20. Dönem Sivas milletvekili olarak, yeniden meclise girdi. 28.02.1996 tarihinde ANAP'tan istifa ederek, BBP'ye döndü. 26 Nisan 1998'de yapılan 3. Büyük Kurultay'da, 8 Ekim 2000 tarihinde yapılan 4. Büyük Kurultay'da, 2 Haziran 2002 tarihinde yapılan 1. Olağanüstü Büyük Kurultay'da,20 Temmuz 2003 tarihinde yapılan 5. Olağan Büyük Kurultay'da,30 Nisan 2006 tarihinde yapılan 6. Olağan Büyük Kurultay'ta ve 15 Nisan 2007 2.Olağanüstü Büyük Kurultayda tekrar BBP Genel Başkanlığına seçilmiştir. 22 Temmuz Erken Genel seçimlerinde BBP'nin seçimi protesto etmesi sebebiyle partisinden istifa ederek Sivas'tan bağımsız milletvekili adayı olup 23. dönem milletvekiliğine seçilmiştir.Daha sonra BBP'ye katılarak TBMM'de Büyük Birlik Partisi Sivas Milletvekili olarak BBP'yi Meclis'te temsil etmiştir.19 Ağustos'ta yapılmış olan BBP'nin 3.Olağanüstü Büyük kurultayında tekrar Genel Başkan olmuştur. Muhsin YAZICIOĞLU, evli ve iki çocuk babasıdır. 25  MART 2009 ' da Kahramanmaraş mitinginden geri dönüş yaparken bilinmeyen bir sebepten helikopterin düşmesi sebebiyle hayatını kaybetti.

ABDULLAH ÇATLI ( 3 KASIM 1996 )



Nevşehir'de 1956 yılında doğdu. 1977 yılında Ülkü Ocakları Ankara İl Başkanı, 1978'de Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) Genel Başkan Yardımcısı oldu. Çok sayıda siyasi cinayet, bombalama, kahve tarama ve hapisten adam kaçırma gibi olayların örgütleyicisi olarak suçlandı. 25 Ağustos 1978'de Sakarya'da Nevzat Bor ve Mustafa Pehlivanlı'yla birlikte gözaltına alındı. İstanbul'a götürülen Çatlı, daha sonra serbest bırakıldı. Ankara polisi tarafından tekrar gözaltına alınan Çatlı, tekrar serbest bırakıldı. Çatlı, ÜGD Genel Başkan Yardımcısı olduğu dönemde, ÜGD'nin yerine Ülkü Yolu Derneği'ni Nevşehir'de kurdu. 11 Temmuz 1978'de Ankara'da işlenen Doç. Dr. Bedrettin Cömert cinayetinin faili olarak arandı. 7 TİP'li genç cinayeti 9 Ekim 1978'de Ankara Bahçelievler'de Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi yedi gencin öldürüldüğü olayın düzenleyicisi ve baş sorumlusu olarak hakkında 1982 yılında gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı. Çatlı, daha sonra İstanbul'a yerleşerek Hasan Kurtoğlu sahte kimliğiyle yaşadı ve birçok eyleme karıştı. Bu dönemde, silah ve uyuşturucu kaçakçılarıyla yakın ilişki kurdu. Mehmet Ali Ağca'nın Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçırılması olayının organizasyonunda yer aldığı, Ağca'yı evinde sakladığı ileri sürüldü. 12 Eylül'den sonra Nevşehir Emniyet Müdürlüğü'nden sağladığı sahte pasaportla yurtdışına çıktı. 13 Mayıs 1981'de Ağca tarafından gerçekleştirilen Papa suikastının düzenleyicileri arasında yer aldığı öne sürüldü. 22 Şubat 1982'de İsviçre'de Mehmet Saral adına düzenlenmiş bir pasaportla, Mehmet Tarol adına düzenlenmiş sahte pasaport kullanan Oral Çelik ve Durmuş Unutmaz adına düzenlenmiş sahte pasaport kullanan Mehmet Şener'le birlikte yakalandı. Çatlı serbest bırakılırken, Mehmet Şener tutuklandı.

      ASALA ve Papa MİT'in resmi belgelerinde, 22 Ekim 1983'te Paris'te MİT'le temasa geçtiği ve ASALA'ya karşı beş ayrı eylemde yer aldıktan sonra 24 Ekim 1984'te uyuşturucuyla yakalandığı gerekçesiyle ilişkisinin kesildiği yer aldı. 22 Ekim 1984'te Paris'te 450 gram eroinle yakalandığı için Fransa'da 4.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu dönemde Papa suikastını kendisinin planladığını, Oral Çelik'i bulabileceğini, bildiklerinden dolayı iki kez öldürülmek istendiğini, serbest kalmak garantisiyle herşeyi anlatabileceğini söyledi. Ancak mahkemede verdiği ifadede söylediklerini reddetti. Uyuşturucu bulundurmak suçuyla yedi yıl ceza aldığı İsviçre'ye iade edildi. Bu dönemde Türkiye'nin iade talebi, idamla yargılandığı gerekçesiyle Fransa tarafından reddedildi. 21 Mart 1990'da İsviçre Bostadel Cezaevi'nden kaçtı. Türkiye'ye gizlice geldikten sonra Şahin Ekli ismiyle kullandığı pasaportun sahte olduğunun anlaşılması üzerine 1993'te Yeşilköy Havalimanı'nda gözaltına alındı ancak serbest bırakıldı. İşadamı Mehmet Özbey Çatlı, 3 Ekim 1994'te İstanbul'da yabancı plakalı kaçak durumdaki araç ile yakalandı ve Mehmet Özbey kimliğiyle çıkarıldığı savcılık tarafından kayden işlem yapılarak serbest bırakıldı. Abdullah Çatlı'nın Mehmet Özbay sahte kimliğiyle Baysa İnşaat, GSC Tekstil Ürünleri, Limon Lokantacılık, Japet Et Mamülleri, Sultan Tekstil ve Gülden Tekstil adlarında altı şirkette ortaklığı olduğu ortaya çıktı. Çatlı; Mehmet Özbay, Mehmet Özbey, Abdullah Çatalı, Abdullah Çaltı, Mehmet Saral, Hasan Dağarslan, Hasan Kurtoğlu ve Şahin Ekli sahte isimlerini kullanıyordu. Çatlı, 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen bir trafik kazasında, DYP Milletvekili Sedat Bucak, polis şefi Hüseyin Kocadağ ve sevgilisi Gonca Us'un da içinde bulunduğu bir arabada öldü. Çatlı'nın üzerinden dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın imzasının bulunduğu silah taşıma belgesi ve yeşil pasaport çıktı. Çatlı'nın otopsi raporunda ölmeden önce kokain kullandığı belirlendi. 5 Kasım 1996'da Nevşehir'de yapılan cenaze törenine, 4500 kişilik bir topluluk katıldı. Türk bayrağına sarılı tabutu Necdet Ersan Mezarlığına defnedildi.

ALİ BÜLENT ORKAN ( 13 AĞUSTOS 1982 )


Ali Bülent ORKAN ( 13 Ağustos 1982 ) 

Samsun'luydu 25 yaşında olup, ailece Ankara'nın Etlik Aşağı eğlence semtinde oturuyordu. İncirli lisesi gece bölümü öğrencisiydi. 1980 öncesinde meydana gelen bazı olaylar sebebiyle yargılandığı 12 Eylül Mahkemelerinde idam cezasına çarptırıldı. Mamak Askeri Cezaevi'ndeki ölüm hücresinden sabaha karşı alınarak götürüldüğü Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nin infaz bahçesinde asılarak şehit edildi. Cenazesi Ankara Karşıyaka Askeri Mezarlığına defnedildi. 

ALİ BÜLENT ORKAN 

Mamak Askeri Cezaevi dehşet günlerini yaşıyordu... 
Komonist örgütlerin kılını bile kıpırdatamadığı bu şiddet ortamında Ülkücüler ferdi çıkışlarıyla destanlara konu olacak kutlu bir direniş ortamındaydılar... Bunun en estetik örneğini Ali Bülent Orkan göstermişti... 
İdam cezası alanlar A blok Tecrit 2 Ön de bulunan 35 ve 36 numaralı hücrelere kapatılırdı ve bir kaç gün sonra da infaz... İşte 1 numaralı hücrede kaldığım bu günlerde tanıdım O nu... 
Bahçeye çıkarken onun 35 numaralı ölüm hücresinin önünden geçerdik ve gözlerimizle konuşurduk... Aramızda müthiş bir dayanışma ve olağanüstü bir haberleşme örgüsü vardı... 
Şer örgütlerinin azılı tetikçileri idarenin baskısına boyun bükmüş yedek gardiyanlık yaparken , Ali Bülent Orkan gibi kardeşlerimiz direnişin sembolü olmuştu... Rütbesiz Er'lere "Komutanım" diye hitap etmek mecbur ve aksi durum , ağır cezayı müeyyidelere gerekçe idi... Fakat benim Kardeşim Orkan ; 
-Hey asker ağa bir baksana , diye kapıda ki Yüzbaşı'ya seslenerek , mitolojik bir çıkış yapıyor ve günlük sakal tıraşının mecbur olduğu o işkence günlerinde bir haftalık sakalı ile , üç adım hücre voltası atarak , havalı havalı yürüyordu... O sanki idam mahkumu değilde , ilahi bir celsenin hakimiydi... 
Ali Bülent Orkan , 13 Ağustos 1982 Cuma günü sabaha karşı Ankara Ulucanlar cezaevi'nde asılarak şehit edildi... Mübarek bedeni Ankara Karşıyaka Asri mezarlığı’na defnedildi... 
Ruhu şad makamı cennet ... 
"ŞEHİDLERİN YOLCULUKLARINA TANIK OLANLARA MUTİ OLUN-DİNLEYİN!" 
Beklediği an geldi, çattı, içi içine sığmıyor. Ahiret yurdunun merakı ve sırrı onu heyecana boğmuştur... 
Merkez Kapalı Cezaevi'nin avlusunda yanan ampullerin şavkı bet ve nurdan nasipsiz... Bir adım ötesine ışık uzatmaktan aciz ampuller... 
Uzun boy, geniş omuzlar, esmer ten, mutedil bir kalp. 
Yürüyor silahlar arasında... 
Dünü düşünüyor., dünün mutlu, mutsuz anlarını, vakalarını, insanlarını... 
Bu mapus damında nice müslümanlar çile doldurdular. 
Ve nice iman sahipleri inançları yüzünden urganda sallandılar... iskilipli Atıf Hocalar, Maşallahlar, imamlar, Memetler, Memetler... illâ da Memetler 
Karanlık bir oda. Bir köşesine büzülmüş, ayakları karnına çekilmiş, nefes almakta güçlük çekiyor. Harap bir hane. Ev atadan yadigar. Duvarlarda, tavanlarda, halılarda kan var, şehidlerin kanı. Öyle hoppadan omuz vermedi bugünlere bu yapı. Ne simalar, ne rüzgarlar, ne yağmurlar, dolular gördü... 
Evin dört yanı çevrilmiş. Yılanlar, çıyanlar, sıçanlar sıra sıra... 
Bu zararlı mahlukatı izale etmek gerek. Aksi takdirde ev evlikten çıkacak, içindekiler kılık değiştirecek, hayvanlaşacaklar... 
Kafası bulutların orta yerinde günlerce düşündü, aklı, görünüyordu... 
Önünde, arkasında, yanında, yönünde zıplayan, çağıran, zehir akıtan mahlukatı göre göre tefekkür kapısında gözyaşları döktü. 
Sonra da vardı bir karara: Teslim olmayacak, savaşacaktı... 
Geçerli silahlarla ölüm dirim savaşma girdi. Vurdu, vuruldu, düştü, kalktı, süründü... 
Netice: "Hayvanları Besleyenler Derneği" onu suçlu ilan etti. 
Sandalyelere kurulu, kurul toplandı. Sonunda karar "saptandı." 
HANÇER SAPLANACAKTI MAZLUMUN KALBİNE! 
Kan aktı. Kanı hayvanatlar şarap sanıp kadehlere doldurdular ve şerefe kadeh kaldırdılar... 
- Son bir arzun? Görevli soruyor. 
O gülüyor, gözleri sonbaharın ilk turfandası olan üzüm tanesinin berraklığı ve parlaklığında... 
Görevli kızdı: 
- Arzunu sordum, sen gülüyorsun! Cevabı: 
- Beni öldü bileceklere gülüyorum. Temizim, pakım, 
Allah'ıma kavuşuyorum. Daha ne isteyeceğim? Hazırım ben. 
Son sözün de mi yok? Yani annene, babana ve... 
Kafası dik, göğsü çıkık, ağzı yarım açık: 
- Vazifemizi yaptığımıza inanıyoruz. Ülkücünün kadirve kıymeti ve ülkücünün nişanı pek yakındır Bu hakikati bütün insanlığa duyurunuz. İstediğim bu! 
Bütün kafaların içinde dumanı kovuyor. Böylesi laflar da neyin sesi? Ölüme giden bir insan bu kadar metin, bu kadar serbest olabilir mi? Bu insana bu kuvveti veren kimdir, nerdedir? 
Kafalardaki sual bu! 
Karar yüzüne karşı okundu. Emir verildi: 
- Girin kollarına! 
Aniden geri döndü. Kızgın bir yüzü, çakmak çakmak gözleri ... 
- Lüzum yoktur. Düğünüme gidecek kadar güçlüyüm, kuvvetliyim. 
Durmuş kalpler, kar yağıyor lapa lapa. Rüzgarın uğultusu keşfi güç nağmeler türetti. 
Korkunun yerini merak ve şaşkınlık almış. Kalplerde tekdir duygusu... 
Allah'ın ayeti her yerde: "Allah yolunda ölenlere cennet vaadedilmiştir..." 
Ağlayanlar var. Yüzünü başka yönlere çevirenler var. 
Kalpleri kütük kütük yananlar var. Vakarlı duruşu ile onlara haykırıyor, Ali Bülent: 
AĞLAMAYIN, BEN YENİDEN DOĞUYORUM! 
Bu denli soğukkanlılık, bu denli itidal ve cesaret görülmüş şey değil. 
Boynunda ip, ağzında imanı tasdik: 
"EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDUHU VE RASULULLAH" 
Bir yıldız kaydı gökyüzünden, diğer yıldızlar titreşimde. 
Gökyüzünde bir tek parça bulut dahi yok. Lakin gökyüzü gürül gürül gürüldemekte. Ayın peçesi açılmış, ay kızgın! 
Ağladı yıldızlar, sızladı ay! 
Raporu tanzim eden eller titriyor, bir yıldızın, kayan bir şehidin cesaretinden... 
Korkmuşlar. 
Hikmeti istikbalde. 
Gözlerinizi ileriye dikin. Şayet gözler yaşarmamışsa, derim ki, herkes akıttığı yaşların diyetini ödesin! 
Ödemeli! 
Başka bir yol yok. Felaha kavuşmanın yolu BİR Kurtuluş BİR de... 
Naaşı, maaşlı ellerde. Onlar bile korkuyorlar... Toprağa değil, ahiret yurduna göçtü Ali Bülent...

AHMET KERSE ( 31 OCAK 1983 )



Ahmet KERSE (31 Ocak 1983)
Gaziantep'in Oğuzeli ilçesine bağlı Macar köyündendi. 1979 yılında tutuklanarak konulduğu cezaevinde dört yıla yakın yattıktan sonra 12 Eylül adaletsizliğinin kurbanı olarak Gaziantep Cezaevi'nde sabaha karşı asılarak şehit edildi.

(GAZİANTEP CEZAEVİ) 
"Kendi ağzından"

"Hakime küfrettim. Hakim put! Vicdanı adaletin görkemli sarayından, sarayın mücerret bekçisinden, görünmez koruyucularından azade.. Kişiliği silik... Benim böylesi muğlak bir kişilikten ne alıp veremediğim var? Baktı önündeki yazılı müeyyidelere, kırdı kalemi. Küçük dilinin dönmesi ile çıkardığı kahkahayı duydum. Onun haline güdüm. Güya sinsi gülüyor.
O kim, bilmem ne maddesi kim? Her şeyin vasıta olduğu bu dünyada, oluşlara basamaklık edenlere kızmaya hiç gerek yok.
Doğru olan, gücün ve tedbirin kar etmediği yerde durup tevekkül etmek, her daim ona sığınmaktır. Karanlığı aydınlık bilmek, mutlu olmasını öğrenmektir.
Her zaman ve mekanda Yüce Allah'a dayanmak biricik yol. Tabii yol bilene!
Allah'a iyi bir kul olmalıyım. Bütün uğraşım, çabam bu yönde olmalı. Şayet nasipse şahadet şerbeti içmek, beni bu mertebeye getiren mazimle Övünmeliyim. Şehid olmak her er kişiye nasip değil! Bil kıymetini!
Bu büyük mertebeye ulaşmak için, Allah'ın sevgilisinden, Bedir harbine katılmak için izin isteyen sahabenin çırpınışları unutulur mu?
Cennet müjdelenmiş. "Ağaçları altında ırmaklar akan" güzide köşeler...
Hakikat bu!
Geçici zevklerin süslediği ve hayal olarak hafızalarda silikleşen, anlık dürtülerin ürünü, anlık süprüntülerin ne ehemmiyeti, ne kıymeti vardır?
Mutlak mutluluğa gark olmak varken, izafi saadetin çeşnisine kapılıp, kanmak, kandırılmak ne ayıp bir şey! Çok kötü bir hali
Hayır! kanmadım, kanmayacağım.!
O gün yeniden dirilişimdir, pak ve saf halimle. O an ölmek değil, yaşamaktır.
"Allah yolunda ölenleri ölü bilmeyiniz... Onlar diridirler!
"... Onlara cennet müjdelenmiştir."
Virajı dönmek ve has bahçesinin güllerini derlemek...
Derleyeceğim renk renk gülleri sonra da koklayacağımdoyasıya..
Ben ilk değilim. Uzayan zincirin bir halkası olacağım.
Ardım sıra bu zincirin bir halkası olabilmek için didinenler, çalışanlar çok. Heyecanlı bekleşen kalabalık var.
Allah'ın eli! Bu davanın üzerinde.
Tökezlemek, sürünmek, yakalanmak yok.
Sinemiz demir, yüreğimiz çelik, kötülükleri boğmak,
iyilikleri yaşatmak İçin hep mücadele, hep mücadele... Bir an olsun bile gaflet uykusunda kalmak yok.
Gafleti sevmek, şeytanın çelmelerine kanmak ölümdür. Gerçek Ölüm!
Doğruyu insanlara duyurmak için savaşmak lazımdır...
Anam köyde. Son günler sık sık rüyama girer oldu.
Ağlamaz anam hep güler. Bir şehid anası olacak, keyfi bu yüzden. Heyecanı, gönlündeki haz ılıklığı bu sebepten...
Titrer anam, elleri ile bazı kereler yüzünü örter. Ben idam sehpasına yürürken anam karalar bağlamaz. Bilir, inanır ki, oğul ölmedi, yaşıyor. Bu dünya hancıların konakladığı bir misafirhane.
Buradan göç eden bir başka alemde, ebedi yurt evinde yaşar.
Anam yeşil yemenisini hiç başından eksik etmez. Allah örtünün dediği için Örtünür. Anam ülkü sahibi yiğitleri över.
Babam da öyle.Babam süslü hayat yaşamak uğruna zillet, illete boyun eğen bel kıvıran, yılanlaşan insanları sevmez.
Kötülerin baş düşmanıdır.
insan Allah'a inanmadıkça, yüce ülküleri yakalamak için cehd ve gayret sarfetmedikce o adama insan denmez.
Hele halife hiç denmez. Her adam insan değil, her insan da halife değil! Bu biline!
Sabırsızım, içimde sevinç coşkusu, kulaklarımda Kur'an kıratı... Ben uçmak istiyorum, uzaklara, pak mekanlara, gül ekenlere, çiçek dikenlere uçmak...
Bükülmeyeceğim, kırılmayacağım. Bu emanet olan "ben"i yüce yaradanıma helali ile teslim edeceğim.
Ölsem bile ölmeyeceğim. Varın siz anlayın!
Ben insanlara dayanmadım ki, yıkılayım, insancıklardan medet ummadım ki, zarara ziyana gireyim.
Ezel ve ebed olan Yüce Mevla'ya gönül verdik. Onun içindir ki, bu dava sönmez, bitmez, çapulcuların çökmesinden, kaçmasından etkilenmez...
İlay-ı kelimetullah! diyen diller lal olmaz.
Allah diye inleyen güller solmaz.
Tekbir getiren, teşbih eden güller solmaz.
Susmayacak Hakk'ın dili!"

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ GENEL BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ

Genel Başkan Devlet Bahçeli

                   DEVLET BAHÇELİ

1948 yılında Osmaniye'de doğdu. Yörede Fettahoğulları olarak bilinen geniş bir Türkmen ailesine mensuptur.
İlköğrenimini Osmaniye'de, orta öğrenimini İstanbul'da tamamlayan Dr. Bahçeli, üniversite öğrenimini Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisinde yapmıştır.
Başlangıcından itibaren Ülkücü Hareket'in her kademesinde görevler üstlenerek Büyük Ülkü Davası'na hizmet etti.
Dr. Bahçeli, 1967 yılında Ankara İktisadi ve Ticari ilimler Akademisinde öğrenci iken Ülkü Ocağı Kurucusu ve yöneticisi olarak görev aldı. 1970-1971 yıllarında Türkiye Milli Talebe Federasyonu Genel Sekreterliği görevlerinde bulundu. Dr. Bahçeli, bir yandan aktif olarak Ülkücü Hareket'te yer alırken, diğer yandan da ilmi alandaki çalışmalarını devam ettirmiştir.
1972 yılından itibaren Ankara İktisadi ve Ticari İlimler akademisi ve bağlı Yüksek Okullarda İktisat Bölümü asistanı olarak görev almıştır. Dr. Bahçeli, yine 1970'li yıllarda Ülkücü Maliyeciler ve İktisatçılar Derneği'nin (ÜMİD-BİR) kurucularından, Üniversite Akademi ve Yüksekokullar Asistanları Derneği'nin (ÜNAY) kurucularından ve Genel Başkanlarındandır. İyi derecede İngilizce bilen Dr. Devlet Bahçeli, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde İktisat Doktorası yapmış ve aynı üniversitenin İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Politikasında Ana Bilim Dalı'nda 1987 yılına kadar öğretim üyeliği görevini sürdürmüştür.
Dr. Bahçeli yine bu süre içerisinde Türk-İslam alemi, Türkiye ve Dünya Ekonomisi, Türk Tarihi ve Dış Politika konularıyla ilgilenmiş ve bu alanlarda çalışmalar yapmıştır. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra cezaevlerine doldurulan MHP ve Ülkücü kuruluşların yöneticileri ile mensuplarının haklı davalarının her platformda savunulmasında takdirle karşılanan çalışmalarda bulunmuştur.
Ülkücü kadroların yetişmesinde önemli görevler de üstlenen Dr. Bahçeli, Başbuğ Alparslan Türkeş tarafından göreve çağırılması üzerine 17 Nisan 1987 tarihinde üniversitesindeki öğretim üyeliği görevinden istifa etmiş. 19 Nisan 1987 tarihinde yapılan MÇP Büyük Kurultay'ında parti yönetimine seçilmiş ve Genel Sekreterlik görevine getirilmiştir.
MÇP ve MHP'nin yönetim kadrolarındaki görevi, günümüze kadar kesintisiz olarak sürmüştür. Çeşitli zamanlarda Genel Sekreterlik, Genel Başkan Yardımcılığı, Merkez Yürütme Kurulu Üyeliği, Merkez Karar Kurulu Üyeliği, Genel Başkan Baş-Danışmanlığı görevlerinde bulunan Dr. Devlet Bahçeli, 6 Temmuz 1997 tarihli 5'nci Olağanüstü Kongre sonrasında MHP Genel Başkanı görevini üstlenmiştir.
5 Kasım 2000, 12 Ekim 2003, 19 Kasım 2006, 8 Kasım 2009, 4 Kasım 2012 ve 21 Mart 2015 tarihlerindeki MHP Olağan Büyük Kongrelerinde tekrar Genel Başkan seçilmiştir.

BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ' İN HAYATI

Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ

                          BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ

Yıl 1860 Orta Anadolu'da, Kayseri'nin, Pınarbaşı ilçesi'nin Yukarı Köşkerli Köyünde meskun Avşar Obalarından Koyunoğlu ailesi bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz'in fermanıyla Kıbrıs’a sürgün edilir.
Yıl 1917 ve Kasım’ın 25'i, öğle vakti.. yer, Lefkoşe. Haydarpaşa Mahallesi Kirlizade sokağı 13 numaralı mütevazi evde, Kıbrıs’a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve esi Fatma Zehra Hanimin Ali Arslan adini verdikleri oğulları dünyaya gelir.
Yıl 1921 ve 4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü ilkokul'una (Sıbyan Mektebi) gönderilir. Sarıklı ve mübarek bir Osmanlı Uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın ağzından çıkan ilk söz bir euzü besmeledir. Ey Rahman ve Rahim olan Allah’ım, annem beni yetiştirdi bu mektebe yolladı, okuyup yetişip, milletime hizmet etmek istiyorum dermişçesine bir besmeledir, Ali Arslan'ın ağzından dökülen..
Birbirinin ardısıra gelen ilkokul ve Rüştiye yılları ve her biri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asim Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruyla bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır. Onlar Ona müfredatın yanısıra Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını Devlet-i âli Osman bakiyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanısıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler. Dahası Osman Zeki Bey Ali Arslan'ın adini adeta senin adin "Alparslan olsun" ve Sultan Alpaslan'a denk bir yiğit Türk ol, diyerek değiştirir.
Küçük Alparslan’ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Pasa yadigârı Kıbrıs, sevgili Yeşilada'mızın tamamı İngiliz işgali altındadır ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin ne demek olduğu Onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmağa başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır.
Yıl 1933 ve Alparslan’ın artik işgal altında, esaret altında yasamaya dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım’ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; Viyana vapuru ve.. ver elini İstanbul...
Ailesi İstanbul’a yerleşince Alparslan’ın ilk isi Kuleli Askeri Lisesi'ne kayıt olmak olur. Artık O yüreğinin Onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. O düşlerini düşleyen başkaları da vardır İstanbul’da... Derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün O bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O Yüce Dilek, O aziz Ülkü, O muhteşem düşler, özellikle, bir Ülkü devi olan Atsız Hoca’nın can evinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşmekte ve yayılmaktadır. Onlarla tanışır, buluşur, Alparslan Türkeş.
Yıl 1936 Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile asteğmen olarak bitirince Ankara ve Harp Akademisi yılları baslar. 1938'de Harbiye'den mezun olur, artik O Türk Ordusu'nun genç bir teğmenidir ve Türk Milleti'nin emrindedir.
Yıl 1940 Isparta'da gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptırır ve evlenirler. Ayzit, Umay, Selcen, Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul adli çocuklarla çiçeklenir bu evlilik ve bozkurtların Muzaffer Ana’sının 1974 yılında elim kaybından sonra 1976 yılında, Sevâl Hanım’la yaptığı ikinci evliliğinde de Tanrı Onu Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adli iki evlât daha vererek sevindirecektir.
Yıl 1944 3 Mayıs.. Ankara'da eski tabirle bir nümayiş yani gösteri veya yürüyüş vardır. Türk'ün, Türklüğün ölmediğini, ölmeyeceğini ve yükselen Türkçülük bayrağının bir daha hiçbir şekilde inmeyeceğini gösteriyorlar. Hem dosta hem düşmana... hem devlet hizmetindeki gafillere hem de yurda sızmaya çalışan hainlere, Asya bozkırlarında yaratılan bozkurt soyluların bozkurt torunlarının, bir kaç çakalın günü birlik menfaatleri için göz yumdukları kızıl yılanın farkında ve onun başını ezme azminde olduklarını gösterirler.
Şâirin öz yurdunda garipsin, özyurdunda parya dediğince tutuklanır Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı Türkçülük-Turancılık Davası baslar. Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar. Türkiye'de Türk Milliyetçisi olmanın bedelidir bu... Genç Üsteğmen Alparslan Türkeş’te bunlar arasındadır. 20 Ekim 1944'te kendisini "vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan mesnetsiz Savcıya "Diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği isnat edilmiştir. Bunu şiddetle redderim. Ben yeryüzünde her şeyden çok milletimi ve vatanimi severim." diye haykırır. Ancak mahkeme tarafından, 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve bir yıldır hücre hapsi yattığı için tahliye edilir. Kendisine verilen cezada daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulur ve 2. numaralı mahkemede beraat eder. Bu onun Türk Milliyetçisi olduğu için zindanlara ilk atilisidir ve son olmayacaktır. Ülkücü olmak çileye talip olmaktır, nimete, ikbale değil. O da Türklük Ülküsü için zaman zaman şiddeti artan çileyi bir ömür boyu bir an bile tereddüt etmeksizin ve yakınmaksızın, çekmiş ve çile çekmeyi şeref bilmiştir.
Yıl 1947 Alparslan Türkeş ve 15 diğer Türk subayı, A.B.D. Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulunda iki yıllık bir süre eğitim görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civarıyla Boğazlardan üs talep eden Sovyetler Birliği’nin Komünizm maskesi ardına saklanmış, o eski ve değişmez "Moskofluğu" ayan beyan ortaya çıkar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan Türkeş Gelibolu ve Çankırı’daki görevlerinden sonra 1951 yılında Kurmaylık sınavını kazanır ve 1955 yılında Harp Akademisi'nden Kurmay Binbaşı olarak mezun olur.
Yıl 1955 dış görev için açılan sınavı kazanarak A.B.D. Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine atanır. Bu arada ... Üniversitesinde Uluslararası Ekonomi eğitimi görür. 1957 yılında Türkiye'ye döner.
1959 yılında Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gönderilir ve bu okulu basarıyla bitirir. O artik bir Kurmay Albaydır.
Yıl 1960, tarih 27 Mayıs öteden beri örgütlenen ve memlekette kardeş kavgasını önleyerek bazı reformlar yapmayı hedefleyen Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan bildiriyi radyodan okuyan kişi ve "ihtilâl'in kudretli Albayı”dır. Kurmay Albay Alparslan Türkeş ihtilâl hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenir. Bu vazifesi esnasında Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet istatistik Enstitüsü ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşları kurar.
Ancak Milli Birlik Komitesi arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, 13Kasim 1960'ta Kurmay Albay Alparslan Türkeş ve "ondörtler" olarak bilinen arkadaşları Komite'nin diğer üyelerince emekliye sevk edilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alınıp yurtdışında görevlendirilmek suretiyle sürgün edilirler. O da 19 Kasım’da Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiliği müşaviri sıfatıyla sürgüne gönderilir.
1961-62 1963 yılına kadar 2,5 yıl, yönetimi elinde bulunduranlarca Alparslan Türkeş’in Türkiye'ye dönmesine müsaade edilmez.
Yıl 1963 tarih 23 Mart Alparslan Türkeş sürgünden yurda döner.
Dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adli bir dernek kurar.
Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe teşebbüsüne karıştığı iddiası ile tutuklanır ve Mamak Askeri Cezaevinde dört ay hücre hapsinde yatar, yargılanır ve beraat eder.
Tarih 31 Mart 1965 saat 11.00 de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katılır.
Tarih 1 Ağustos 1965 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Büyük Kurultay’ında Genel Başkanlığına seçilir. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili seçilir.
Yıl 1969 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adi Milliyetçi Hareket Partisi amblemi de Üç Hilâl olarak değiştirilir. O yıl yapılan genel seçimlerde Adana milletvekili olarak seçilir.
İlki, 31 Mart 1975 -13 Haziran 1977 yılları arasında ve ikincisi de 1 Ağustos - 31 Aralık 1977 tarihleri arasında Süleyman Demirel başkanlığında kurulan koalisyon hükümetlerinde MHP Genel Başkanı olarak, Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı yapar.
Ülkü Ocakları, Büyük Ülkü Derneği ve diğer mesleki örgütlenmeler baslar.
1968 Yılından itibaren Marksist ve bölücü gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanır ve üniversite özerkliğinden istifade ederek buraları silah, cephane deposu haline getirerek "Komünist Devrim" için üs haline koyarlar. Üniversiteler işgal altındadır. Her yer Lenin'in Stalin'in Mao'nun resimleri ve komünist sloganlarla doludur. Komünist yeraltı örgütleri "şehir gerillası" mı "kır gerillası" mi tartışmaları yapmakta okullara kendilerine tabi olanlardan başka hiç kimseye hayat hakkı tanımamaktadırlar. Bunun üzerine Başbuğ Alpaslan Türkeş toplanan çok az sayıdaki gence verdiği seminerlerle onları komünizm konusunda aydınlatmaya ve alternatif olarak da Türk Toplumculuğunu, Türk Milliyetçiliğini anlatır. Kısa zamanda çoğalan gençler örgütlenmeye başlarlar. Doktriner Türk Milliyetçiliği safhası başlamıştır. Türk Milliyetçileri Dokuz Işık, dokuz prensip etrafında toplanırlar.
Bu gelişmelerden rahatsız olan Türklük ve Türkçülük düşmanları özellikle de Komünist örgütler kendilerine okulda, fabrikada, köyde, kentte, dağda her yerde ama her yerde karşı çıkıp mücadele eden Ülkücü Hareket'e karşı savaş ilan ederler ve 12 Eylül 1980'e kadar 5000 civarında Ülkücüyü şehit ederler. Devlet'in zaaf içinde olduğu düşünülen "zinde güçlerdi bir şeylerin yani ihtilâlin şartlarının "olgunlaşması" için daha fazla kanın akmasını beklemektedirler.
Başbuğ için 1978, 1979, 1980 yılları bir çoğunu bizzat kendisinin yetiştirdiği binlerce ülküdaşının Komünist çetelerce katledildiğini gördüğü, kan ağlayan bir yürekle her şeye rağmen kaybetmediği soğukkanlılığıyla bir iç savaşı önlediği ızdırap dolu yıllardır.
12 Eylül 1980 sabahı pusudakiler yeterince olgunlaşan şartların neticesi ihtilâllerini yaparlar. Başbuğ Alparslan Türkeş ve Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasını engelleyen Ülkücü Hareket sanık sandalyesinde, idam sehpalarındadır. Mamaklar ve C5'ler bu sürecin şekillendiği mekanlardır.
Başbuğ 12 Eylül'den üç gün sonra teslim olur. Cunta tarafından tutuklanan Başbuğ, önce 1 ay Uzunada'da daha sonrada Ankara Askeri Dil Okulu'nda ve hastalandığı dönemde de Mevki Hastahanesi’nde 4,5 yıl hapis yatar. O ve 218 Ülkücünün idamı istenir, 9 Nisan 1985'de tahliye olur ve beraat eder.
Tarih 6 Eylül 1987.. Yapılan referandum neticesi diğer siyasilerle birlikte Başbuğ’a da konulan siyaset yapma yasağı kalkar ve Başbuğ Milli Ülküyü iktidar yapmak davayı kitlelere anlatmak için yine meydanlardadır.
Tarih 4 Ekim 1987.. Milliyetçi Çalışma Partisi olağanüstü kongresinde Genel Başkanlığa seçilir.
Tarih 20 Ekim 1991.. Genel seçimlerde MÇP'nin RP ve IDP ile yaptığı seçim ittifakı neticesi Yozgat milletvekili seçilir. Başbuğ, son kez T.B.M.M.dedir. Bu dönemde ülkemizi kasıp kavuran bölücü teröre karşı en etkili mücadeleyi O gerçekleştirir.
Tarih 27 Aralık 1992.. Oniki Eylül'ün kapattığı partilerin tekrar açılabilmesini sağlayan değişiklikler neticesi toplanan MHP'nin son kurultay delegeleri, MHP'nin isim ve amblemini MÇP'nin kullanabilmesine karar verirler.
Tarih 24 Ocak 1992 MÇP'nin 4. Olağanüstü kurultayı toplanır ve partinin adini MHP amblemini Üç Hilal olarak değiştirir.
Yıl 1997... tarih 4 Nisan...